
Mutluluk mücadeledir deriz ve her mücadele her anımızın bizde bıraktığı derinliktir diye ekleriz. Mücadele etmek yüreğimizin başucunda ki bir direniştir. Ve mutluluk en çok direttiğimiz şeydir. Ve hep bir şeylerle gelir bize mutluluk ve o şeyler için direniş başlar. Bir zaman sonra her şey değişir direniş biter mutluluk yön değiştirir… Ve mücadeleyle istediğimiz mutluluk yolun sonunda bizde şaşkınlık yaratır. Mutluluğun gerçekten bir yolu var mıydı yoksa gerçek bir mutluluğun bir yola ihtiyacı var mıydı?
Mutlu olabilmek için meydan okumayı bırakıp reddetmeye başlamak, mutluluğu bir araç bir amaç olmaktan çıkarabilir miydi? Mutluluğu istemek ve yine istemek kuralımız hep buydu. Her kural kazanmak ve kaybetmek adına baş döndüren bir mücadeleydi. Amaç mutluluk değil istemenin sınırsızlığında bir çabaya dönüşüvermişti. Ve mutluluk çaba yaratan bir araç oluvermişti. Reddettiğimiz her tutum her durumda yolumuzu açabilirdi. Peki nereye varacaktık? Şimdiye kadar payımıza ne düşmüştü? Bunları sorgularken bir şeyler eksik deyip farkına vardığımızda mücadelemiz bir boşlukla sona ermişti.
Derin bir anlamı varken mutluluğun derin bir boşluk neden oluşmuştu içimizde? Belki kazanmak ve kaybetmek her meydan okuyuşumuzda reddetmeyi unutturmuştu bize. Kazanmak ve kaybetmek mutluluğun ihtiyacı olan bir şey değildi… Mutluluk meydan okunan bir yol değil, tüm yolları reddeden içimizdeki en güzel yerdi. Bu yüzden mutluluk baktığımız her şeyi reddedip içimizde yaşadığımız düşlerdi. Düşlerimiz kadar yol alırken mutluluk meydan okumuştu bize. İstediği bir şey vardı mutluluğun. Anlamıştık ve gülümsemiştik o an. Her düş içimizde büyürken her şeyde bir gülümseme bırakabilmeliydi insan. Gülümsemek övünülecek bir şey değildi. Ve gülümsemek her yergiye verilecek en iyi cevaptı. Çünkü mutluluk bütün sıfatları deviren sadece bir eylemdi. Ve sadece bir düş kadar diplerde bir düş kadar çok yukarılarda.
Pınar Arslan
17.10.2025 BOLU