Tuhaf Güzel

Ne mi yapıyordu şimdi? Hâlâ şiir yazıyordu tuhaf güzel. Gidişleri ve dönüşleri kaç seferlik, bir tekerleğin dönüşünde, bir yıldızın sönüşünde ufalandıkça iri iri gök karası gözleri. Evin odalarında gezen bedeni, eşiklerde izlediği cesaretin ilk adımını atsa, bahçelerin şenliğine davetiyle bahar katacak derecedeydi. Görecedeydi.

Şimdilerde susunca tam susmak isterdi. Bazen dinleyen bir yoldaş için, bazen inleyen bir haldaş için. Oysaki susar gibi göründüğü an, en keskin konuştuğu andır, anlayanı olsun olmasın… Çabuk üşümeye ve üzülmeye başlardı. Sustuğu zaman kirpikleri de susuyordu tuhaf güzelin. “Kirpiklerimi bulamadım göz kapaklarımda / Islanmak için ağlamaya mı gittiler yoksa?” demesin diye neleri vermezdiniz?

Sadece, gülümsemesiyle en duyarsız insana bile kederi sevdirecek güzellikte olduğunu kendine-kimseye itiraf etmemişti. İltifat da edilmemişti. Biz şiirlere adak olduk.

Saçının her telinde bir sorunun ağırlığı ve kırıklığı, başında sağ tarafa yıkılmıştı. Şakaklarından başlayan tek tük beyazları görmemek için. Göstermemek için.

Ah tuhaf güzel! Bir konuşmaya başlasa eteğinin etrafında toplanan çocuklar görürdünüz, sokak lambaları akşama sarılık katsa da. Büyüklüğünü ve kibirliğini kapı dışında bırakıp kalbinin odasına girmek isteyen anne babanın arkasında, tanıdık yabancıların yabancı tanıdıklarından üstün olmadığını, ah bir görmeniz gerek!

Tatlı diline karşı yılanların bile onun koynuna girmek istediği, şefkatten kabaran göğüslerinde koyun koyuna onu göremeyecektiniz. Kendi başınalığına başını koymuş bir tuhaf güzelden tek başına bir şiir dizilişi ve dirilişi gözümüzü mim etsin.

Ay ışığının yüzünde parladığı bir surattan bahsediyorum. Yazdıkça ışıldayan, göze batan kıpır kıpır ve kıpırtısız tuhaf güzel.

Ne mi yapıyordu şimdi? “Bir işi yaptığında çok mükemmel olmalı, herkes dudağını ısırmalı, tek bir hata olmamalı, çocuklarım mükemmel olmalı, mükemmel büyümeli.” kafasındaki mükemmeliyetçi ebeveynlerin problemlere eşlik eden bir (d)urumluk zamanları içerisinde, yanlış mükemmel algısının düş alıcısı olarak yaşamayı öğreniyordu, düştüklerinden, düşlüklerine…

Göz bebeklerine aldanmayın tuhaf güzel. Katiyen mutsuzum demez, duymazsınız da yanında, arkasından… Duygusallıktan parça parça bulut taşır umudundan mıdır umduğundan mıdır? Bir bebek yürümeyi düşerek öğrenir bilirsiniz, onu sevenleri daima düşmesin diye yanar döner etrafında. İnatçı tuhaf güzelden ne beklersin? Bu huyundan sevilmez zamanla.

Asilik ya da asillik bürümüşken göz bebeklerini, tatlı tatlı gülümserken acıya bir ikindi yağmurunda, düşmüş şiire, düşürmüş şiire kendini! Dışlamayın, garipsemeyin, itelemeyin! Anası, babası, kardeşi, arkadaşı yok onun yok! Bir şiir var kafi. Neden diye çırpınma da! Bir tuhaf güzel.

Kasvetli havaların sığınağı, menekşe kokulu zamanların aralanmak için menteşelenmesi baharından. Tuhaf güzel kadın, geceleri gözyaşlarını silen yastığı kadar sıcak ve yumuşak. Gülüşlerindeki turuncu imgeler ellerinden tutup masa başından kaldırır, nefes aldığın, hayran kaldığın çiçekli balkonu içine katar.

Bunun için; yapılacak ilk iş, -Şiir yazmak- tuhaf güzelin peşinden kendimize, canımızı yakacak bir huzursuzluk edinmek. Ne derseniz deyin..

1 COMMENT

LEAVE A REPLY

Bir yorum girin
Adınız

Exit mobile version