An, Hayat ve Muhasebe Üzerine Notlar

Bugün 30 mart, günlerden salı. Saat 22.24 tam olarak. Birazdan yirmi beş olacak sonra otuz, sonra altmış ve saat on bir olacak. Sonra yarın, sonra bir hafta, bir ay ve bir yıl geçecek şu dakikanın geçtiği gibi. Bak şimdi yirmi altı oldu. Yirmi beş çoktan geçmiş bile. Gelecekte dönüp baktığımda anlayacağım sanırım geçen vakti, geçerken değil. Her zamanki gibi yani. O anda kıymetini bilmeyip gidince anlayacağım arkada kalanların kıymetini. Peki neden? Bu soruyu arada soruyorum kendime. Cevabım yok şu an. Belki yeterince vakit kaybedersem verebilirim (ya da bulurum) sorunun cevabını. Ve çeviririm başımı artık öne. Birde bakmışım ki yol bitmiş. Cevabı buldum ama ne anlamı kaldıdevam etmeyeceğim yolda haritaya? Ne hacet var rehbere, kaybola kaybola gelmişken son durağa, değil mi? Ne hacet!

Bakıyorum şimdi ardıma, çok değil 7300 gün geçmiş. Kaçını hatırlıyorum? Bilmem. Kaçını doyasıya (ya da gereğince) yaşadım? Sanırım bunu tahmin edebilirim; çok az.

Sonra tekrar soruyorum kendime, peki nasıl çoğaltırım bu günleri? Yaşadığım gibi yaşayarak mı? Yoksa geçmişle yaşayarak mı? Yoksa gelecek (mi bilinmez) hayallerle yaşayarak mı? Yoksa geçmişin tercümanlığında, geleceği hesaba katarak anı yaşayarak mı? Sanırım cevap sonuncusu. Hatırlıyorum da bunu birkaç kere denemiştim. Sahi bir yerde okuyup etkilenmişim. Rivayetle şöyle diyordu yazar, “ Yarın ölecekmiş gibi hayat sonrası için, hiç ölmeyecekmiş gibi bu hayat için çalışın.” Yani yarın ne olacağı meçhul, sen sen ol anı yaşa! Şu anda yap yapacağını. Erteleme! Yarına kim sağ kim selamet.

Nefesin varken, aklın işliyorken, fikirlerin akıyorken, imkanın, kanın canın hala varken, yok olmadan değerlendir hayatı. Eldekiler elden ne zaman gider bilmiyoruz. Bir tek şey biliyoruz aslında; şu an varız. Var edenin varlığıyla yaşa şu anı, yok etmeden yok olmayan. Sonra deme, ben yarın için hazırlanıyordum. Yarın yok, geçmiş yok oldu. Şu an var ve sende varsın.

O halde severek yaşa. Çünkü hayat sevince güzel. Hayatı, onu vereni, diğer hayatları, dün ve yarını değil şu anı sev. Edersin muhalefetini sâir düşüncelere. Ama varlığı sev. Onu sevmeyen kahrolsun zaten. Yaratılanı yaratandan ötürü sev işte. Arama başka sebep. Vaktin varken sev, kendini de. Ve seviyorsan eğer kendini, yaşa şu hayatı ânınca. Gerektiği ve gerektirdiğince. Yapmazsan eğer lazım olanı, “Tüh!” dersin dünde kalana ve yok olana. Yani bir hiçe. Yarın yapayım da deme, çünkü yok o, meçhullük ipiyle düğümlü. Belki açamaya vaktin olmaz onu.

Böyle söylüyorum işte kendime. Yani tüm hitabım nefsime, sonra insanlara. Söylemesi kolay tabii. Başarabilene helal olsun!

Şimdi önümde bir toz yığını var. Üflüyorum onları ve uçup gittiler. Çok garip değil mi? Onlara benzettim hayatı ve insanları… Bir gün varlar, diğer bir gün bakmışsın uçup gitmişler toz misali. Ee, bize düşen ibret almak tabii. İbret alabilene helal olsun!

Evimdeyim, artık ne kadar benimse… Koltuğa oturmuş, çekmişim masayı önüme. Küçük bir ışık eşliğinde dönüyor kalemim satırlar arasında, düşüncelerim hasebince. Bitince bitecek ve yok olacak. Düşünce ve hayaller, gelecek ve var olacak mı belli değil. Bense oturmuşum karanlık bir akşamın ufkunda, dalıyorum derin düşüncelere ve işte yaşıyorum hâlâ…

İyi geceler dileklerim ne düne ne bugüne. Çünkü o da bitti. Zaten baki kalabilene helal olsun!  

2 COMMENTS

  1. Çok yerinde ama insanı çok farklı yerlere götüren bir yazı olmuş. Sorduğunuz sorular, cevap bulamadıkça insanı sıkıntıya sokan cinsten aynı zamanda cevabını aradıkça insanın hayatına anlam katan sorular. Kaleminize sağlık

LEAVE A REPLY

Bir yorum girin
Adınız

Exit mobile version