Beyin Karantinası

Uzun bir süredir tüm dünya olarak ‘’Covid-19’’, halk arasında korona virüsü hastalığı olarak bilinen salgın yüzünden evlerimizde karantina altında kaldık. Bu süreç hepimize çok zor geldi. Çünkü hiç alışkın olmadığımız bir durum yaşadık. Hatta bu karantina sürecinde kendimizle ilgili yetenekleri (yemek yapmak vb.), yeni hobileri ve huylarımızı keşfettik. Kimilerimiz pek çok şeyin değerini çok daha iyi anladı. Önlemler hafifledikçe kendimizi, yapmaktan alıkoyamadığımız şeyleri yaparken bulduk ve o kadar kendimizi kaptırdık ki bazen tamamen her şey bitti zannettik. Neden bu denli kendimizi kaptırdık? Sebebi çok açık “yaşamayı özledik”.

Beyin Karantinası

Peki ya senelerdir beynin de gizli karantina altındaysa ve sen bunu fark etmemişsen?

Beynin bangır bangır bağırıyorsa içeride “ben de artık yaşamak istiyorum” diye ve sen onu duymuyorsan. Bak ne kadar iyi niyetliyim, ‘duymuyorsan’ diyorum. Belki de duymazdan geliyorsundur. Bu kulağa çok daha ürpertici geliyor. Kim ister ki düşüncelerini, fikirlerini, planlarını, isteklerini, hedeflerini, arzularını, hayallerini vb. yaşamanı sağlayan şeyleri karantina altına almak? Fark etmeden aldıysa, bunca senedir onu bu işkenceden kurtarmak kim istemez ki?

Ona ördüğün ilmek ilmek düşünceler ve yaşadıklarının karşısında şekillendirdiğin davranış biçimleri ile beyninin hareket alanlarını yavaş yavaş kısıtlıyor, aslında onu bir nevi karantina altına almaya başlıyorsun. Belki, ailece yemek yediğin bir akşam vakti, sofrada söylediğin bir şey yüzünden, babanın sana kızarak dönüp “Sus artık!” diye bağırması sonucu senelerce toplum içinde fikirlerini özgürce ifade edememenin acısını çekmiş olabilirsin. Belki de aile içinde yaşadığın şiddet, uğradığın tecavüz, gördüğün baskı yüzünden tıpkı koronada olduğu gibi dış etmenler yüzünden beynini karantinaya zorla aldırmış olabilirsin. Bunu fark edip zamanında müdahale etmek çok önemlidir. Yarayı başkası açar ama doktor tedavi eder işte burada “doktor sensin”.

İnsan saygı, sevgi, ahlak, empati gibi bir çok davranışı öncelikle karşısındakinden bekler çoğu zaman. Oysa ki “ilk adım” hep korkutucu gelmiştir bize. İlk iş günü, ilk okul günü, ilk seni seviyorum, ilk ben yaparım gibi şeyleri düşündükçe midemiz bulanır, stres yaparız. Elbette ki başkalarının sana iyi gelmesi hiçe sayılacak bir konu değil. Fakat seni tamamen bu durumdan kurtaramaz. Hasta olmamak için karantinaya aldığımız, yani bir savunma mekanizması oluşturan beynimiz (Ön yargı, sinir, stres, öfke) hiç olmak istemediğimiz kişilerin hareketlerini yaparken kendimizi bulmamıza sebep oluyor. Hayatı zindan etmeye hatta bütün sorunların sadece ve sadece bizi bulduğuna, bütün aksiliklerin bizden başkasına bu denli üst üste gelmeyeceğine inanıyoruz.

Nasıl fark edeceksin beynini karantinaya alıp almadığını? Aldıysan nasıl kurtulacaksın?

Yukarıda anlattığım gibi, biraz otur ve düşün. Hatta bayağı bir otur, düşün. Çevresel ilişkilerini gözden geçir. Eline kağıt kalem al, ortadan çizgi çek ve son bir haftanı baz alarak sol tarafa olumlu, sağ tarafa olumsuz hissettiğin duyguları yaz.

Örnek;
Olumlu: Mutluluk, eğlence, huzur…
Olumsuz: Sinir, öfke, üzüntü…

Bak bakalım hangi taraf daha çok. Anlamanın en kısa yollardan biri budur. Endişe ederiz, her şeyden kaygı duyarız, mutlaka yolunda gitmeyecek bir şeyler ararız. Ararsan elbet bir şeyler bulursun. Artık, odağını olumlu şeylere doğru çevirmenin vakti geldi. Çünkü beynin, bu karantinadan çıkmak istiyor, insanları intihara kadar götüren bu düşüncelerden uzak durmak ve nefes aldığı günlere yeniden kavuşmak istiyor. Bu senin elinde. Sakin kalmayı öğrenmen lazım.

Yaşadığın olumsuzluklar elbet seni deli edebilir. Bunlara çok ciddi tepkiler vermek isteyebilirsin bu çok doğal. Bununla birlikte ne kadar uzak kalırsan bağımlılık yapan o sinir ve öfkeden (çünkü bunlar birleşince ‘’kin’’ denilen şey oluşur) senin için o kadar iyi olacak. Hem gününü mahvedip yaşadığın olumsuzlukları kafana takmayacaksın hem de kestirip attığın konulardan kârlı bile çıktığın zamanlar olacak. Kaşların çatık değil, yanakların kalkık vaziyette gülerken bulacaksın kendini. Elbette ki başlarda bu kolay olmayacak. Bu sebepten en güzeli, seni senden daha iyi tanıyan olmadığı için, içindeki sorunları bulacak ve onları çözmek için yöntemler geliştirecek olan tek etkili kişi sen olacaksın.

Sevdiğim bir örnek var bu konu hakkında. Bizler bozuk ya da hasta değiliz. Bir araba düşünün en sevdiğiniz model olsun. Gidiyor fakat asıl beklediğiniz performansı vermiyor. Yol tutuşu kötü, hızı istediğiniz gibi değil, fren yaptığınız zaman geç duruyor. Bu sorunları fark edecek kişi nasıl ki şoförse işte o sorunları bulup tamir edip istediği performansa geçip yola devam etmek yine o şoförün elinde. Yoksa her gittiğiniz yol sonrası daha büyük problemle baş başa kalıp keyifsiz bir şekilde “Bitse de şu yolculuk kurtulsam!” diyeceksiniz.

Hayatta çıktığınız yoldan keyif alın.

Keyif alacağınıza inandığınız şeylere yönelin. Bir ömür sadece bir evlilik, bir ev, bir araba ve iyi bir iş için beyninizi ölene kadar karantina altında bırakmayın. Mutlu olmadığınız evliliği, işi, arkadaşı, evi ya da arabayı, ne olursa olsun önce sorunlarını çözmeye çalışın, baktınız olmuyor mutlu ve huzurlu olacağınıza inandığınız adımları atın, hayatı yaşayın. Tabi ki kimsenin özgürlük alanına ve haklarına karşı zarar vermeden.

Son olarak, anlattıklarıma ben de inanmıyor, ön yargılarımı yıkamıyordum. Çok sayıda insan uzun zaman uğraştı benimle. Eğer ben istemesem ve izin vermeseydim bu böyle kim bilir kaç sene daha giderdi ya da gitmezdi. Şimdi her şeyin isteyince ve çabalayınca mümkün olduğuna inandım. İstemek ve pes etmeden sürekli çabalamak gerekiyor. Hiçbir şeyden korkma, hiçbir şeyden çekinme, hiçbir şeyden pişman olma ve kendine güven. Sen bunu yapabilecek güçtesin, inan buna. Ben bile yapabildiysem, bunu herkes yapabilir. Sen yine önemlerini al ve beynini çıkar karantinadan… Götür onu yeşilliklere, götür maviliklere… Nefes alsın, eminim ki o da çok sıkıldı.

Unutma insan yaşamak için hisseder, hissettikçe de yaşar.

Previous articleHaz+Mutluluk=Başarı
Next articleEğitimde ‘Salgın Taahhütnamesi’
Merhabalar,         Ben Mertcan Sezer. Muğla/Dalaman doğumluyum. Yeditepe Üniversitesi'nde aldığım eğitimler sonucunda Uluslararası Yaşam Koçu / NLP Master oldum ve  güncel olarak belirttiğim alanlarda bireysel koçluk, eğitmenlik yapmaktayım. Akademik hayatıma İstanbul Üniversitesi - Sosyoloji bölümünde devam etmekteyim.       Hayatım şu an gözlemlediğim herkes kadar ''Yaşamak istenilmeyecek'' bir haldeydi. İntihar etmek isteyen ve eyleme geçmiş birinden şimdi bir gün dahi kayıp etmek istemeyen her anı dolu dolu yaşan biri olmanın sırlarını paylaşıyorum. Ne kadar çok insan hayattan zevk alırsa o kadar mutluluk ve enerji doluyorum. Bu hayat bize verilen bir armağan, hemde tek sefer verilen. Bunun değerini bilmesi için herkese değmeye, onların kalplerine dokunmaya çalışıyorum. Çünkü;      Yaşamak çok nadir rastlanan bir şeydir. Çoğu insan sadece var olur.                         Oscar Wİlde

NO COMMENTS

LEAVE A REPLY

Bir yorum girin
Adınız

Exit mobile version