Bir şarkıyı sadece tek bir sebepten dinlemek yetmez. O şarkının kişiyi mutlu etmesi, melankolikleştirmesi, hüzünlendirmesi ve daha birçok duyguyu yaşatması durumu çok tek taraflı bir yaklaşımdır. Hoş bu durum biraz da tüketim çağının getirisi… Fakat kimi müzik türlerine ait ezgilerin, kimi içinde çok daha fazlasını barındıran şarkının, böyle bir tek taraflı yaklaşımla kulaklara dolması, sadece popülist bir durumdan öte geçmemektedir. Unutulmamalıdır ki; birçok müzik türü bir isyan, baskı veya başkaldırı neticesinde ortaya çıkmış, akabinde kendini yaşatacak enstrümanlarını da türetmiştir. Böyle bir durumda sadece bir şarkıyı tek taraflı algılamak yetmez. O şarkının nasıl yapıldığını, nereden geldiğini ve yapanın hissiyatını da bilmek, sadece şarkıyı daha iyi anlamaya değil, bilinmeyen bir hikayenin keşfine nail olmaya da yarar.
Yakın zamanda canım Gizem Özbek’e bahsettiğim ve kendisi tarafından da bunları bir yazıda anlatmam gerektiğinin tarafıma heyecanla edilen beyanı neticesinde gaza gelerek, sadece bir müzik türünün veya şarkıcının veya grubun olağan bir hikayesinden daha fazlasını barındıran, içinde bir kültürü, bir tarihi ve başlı başına büyük bir hikayeyi anlatan altı belgeselden bahsetmek istiyorum.
Junun

İsrailli müzisyen Shye Ben Tzur’un albüm kaydını yapmak için Racastan’da bir araya gelen Hint müzik grubu Rajasthan Express ve Radiohead’in bas gitaristi Jonny Greenwood’un, mevzubahis bu müzikal deneyimleri Amerikalı yönetmen Paul Thomas Anderson tarafından kayda alınarak izlemesi büyük keyif veren bir belgesel izleyicinin beğenisine 2015 yılında sunulur. Özellikle albüm kayıtlarının yapıldığı o büyük salonun mistik havası izleyiciyi doğrudan etkisine alıyor. Hele ki; bu kadar farklı müzik kültüründen çıkan insanların bu atmosfer içerisinde oluşturdukları eserler de işin içine eklenince Junun müthiş bir belgesel olarak karşımıza çıkmış oluyor.
Fados

Sanat hayatını elli beş yıldan daha fazladır devam ettiren, Portekiz sinemasının ünlü ve haddinden fazla ödüllü yönetmeni Carlos Saura imzalı 2007 yılı çıkışlı Fados, Portekiz fado müziğini, ünlü ve müthiş yetenekli fado sanatçılarının ağzından yine müthiş bir görsel şölenle izleyiciye aktarıyor. Art arda sıralınmış fado türündeki şarkılar ve çağdaş yorumlarıyla bezeli klipleri hem bir belgesel, hem bir müzikalmiş düşüncesiyle izlemek pek mümkün. Hatta dilerseniz ekrandan uzaklaşıp sadece şarkıları dinleyerek bile mest olabileceğiniz müthiş bir yapımdır Fados.
Anadolu Turnesi

Venus Music Peace Band isimli bir doğaçlama müzik grubu, bohem hayatlarının kendilerine kattığı kafalarına göre takılma niteliği sayesinde bir Anadolu turnesine çıkmaya karar verirler. Bu kararı verdikleri zaman dilimi ise 2014 yılının Ramazan ayıdır ve çoğumuzun malumu olan ilk Cumhurbaşkanlığı seçiminin hemen öncesidir. Grup üyelerinin o zamanın siyasi atmosferine ve hayata bakış açılarının gayet net bir şekilde aktarıldığı belgeselin en büyük alamet-i farikası, icra ettikleri müzik türünün Anadolu insanı üzerindeki etkisini de aynı netlikte izleyiciye sunuyor olmasıdır. Baştan sona kadar ne yazık ki siyah beyaz olan bu belgesel 2014 yılında kaydedilmiş olmasına rağmen, bilinmeyen bir nedenle yönetmenleri Deniz Tortum ve Can Eskinazi tarafından 2018 yılında seyirciye sunulmuştur. Bu belgesel müthiş bir sosyolojik tespit harikasıdır.
El Gusto

Cezayir’de bir dönem çok popüler olan şaabi müziği ile alakalı olan bu belgesel, sadece bir müzik türünün varını yoğunu anlatmıyor. Cezayir’in Fransız sömürgesi olmaktan kurtulma mücadelesi akabinde, bu müziği icra eden bir grup Müslüman ve Yahudi arkadaşın birbirlerinden ayrı düşmesi ve 50 yıl sonra bu belgeselin yaratıcısı olan Safinez Bousbia sayesinde bir araya gelmeleri ve El Gusto ismiyle kurdukları gruplarıyla yeniden müzik yapmaları yalın bir dil ile izleyiciyle buluşuyor. 2011 yılı yapımı olan bu belgesel yeri geliyor insanı hunharca duygusallaştırabiliyor ben önden uyarayım dedim.
Saz – The Key of Trust

Polonya doğumlu Petra Nachtmanova Berlin’de “Türk Mahallesi” olarak bilinen Kreuzberg’deki bir Cemevi’nde saz ile ilk defa karşılaşır. Bu enstrümana adeta aşık olan Petra, on yıl boyunca sazı hem çalmayı öğrenir, hem de sazın tarihi ile ilgili derinlemesine araştırmalar yapar. Bu da yetmezmiş gibi Türkçe öğrenir, akabinde türküler ve deyişler söylemeye da başlar. Saz ila arasında bu kadar derin bir bağ kuran Petra, sazın sırrını çözmek için Berlin’den Horosan’a uzanan ve haftalarca süren bir yolculuğa çıkar. Bu yolculuğu boyunca saz ile ilgili çok fazla şey öğrenecektir…
İzleyenini çok etkileyeceği bence kesin olan bu belgesel 2018 yılında yönetmen Stephan Talneau tarafından hazırlanmıştır ve Türkiye’de ilk gösterimi 2019 yılında İstanbul Film Festivali kapsamında gerçekleşmiştir.
Searching For Sugar Man

Sixto Rodriguez’in ikinci albümünün son şarkısı olan “Cause” şu sözlerle başlar: Noel’e iki hafta kala işimi kaybettim… Bu söz adeta gelecekte olacakların habercisidir. Çünkü albüm yayınlandıktan kısa bir süre sonra, tam da Noel’e iki hafta kala, düşük satış rakamları yüzünden raflardan indirilir. Böylelikle büyüleyici bir sese sahip olan Rodriguez’in müzik kariyeri daha ikinci albümünde, 1970’lerin henüz başında bitmiş olur… Birkaç yıl sonra sevgilisini ziyaret etmek için Cape Town’a giden bir kadın yanında Rodriguez’in bir albümünün plağını da götürür. Derken elden ele çoğaltılarak dağıtılan bu plak sayesinde, o dönemdeki Güney Afrika Cumhuriyeti’nde süregelen baskıcı ve yasaklayıcı rejimin tutumlarına rağmen Sixto Rodriguez en az Elvis kadar ünlü bir müzisyen olmuştur. Fakat oratada bir sorun vardır. Söz konusu şöhrete sahip Sixto Rodriguez, bir rivayete göre konserde kendini yakarak, başka bir rivayete göre de yine konserde kafasına dayadığı silahı ateşleyerek intihar…
Başka En İyi Belgesel Kategorisinde Oscar olmak üzere onlarca ödül sahibi olan, Malik Bendjelloul’un senarist ve yönetmenliğini üstlendiği 2012 yapımı bu belgesel bir plağın içerisine sığmış birkaç şarkının insanların hayatında yarattığı etkileri duygusal bir yoğunlukta izleyiciye sunuyor. Kesinlikle izlenmesi gereken bir belgeseldir, listelerinize ekleyin.