Ankara, 6 Kasım 2000, Pazartesi
“Damla ile evrak teslimi için gittiğim öğrenci işleri kuyruğunda tanıştık. Daha doğrusu, iki koldan ilerleyen iki ayrı sırada tesadüf aynı hizadaydık. Damla heyecanlanmış olacak ki; elindeki evrakları birbirine karıştırmış, diplomam nerede diye yakınıyordu. O çırpınışına daha fazla seyirci kalmak istemedim ve yardım ettim. Teşekkür etti ve kısa bir sohbet ettik. Yine tesadüfen işlemlerimiz aynı anda bitti ve beraber sıradan çıktık. Fakat Damla pek konuşmak istemiyor gibi hızlıca ayrıldı yanımdan. Meğerse az ileride babası ve daha sonraları bahsettiği, başının bir türlü beladan kurtulmadığı abisi bekliyormuş. Yanlarından geçerken, onlara çaktırmadan bana gülümsedi. Bende herhangi bir beklentiye kapılmadan, alelade bir gülümseme ile karşılık verdim.
Birkaç gün sonra Damla ile tekrar karşılaşmamız, okulda illa bir siyasal yapılanma içerisinde bulunmamız gerek dayatması sırasında gerçekleşti. Ben itiraf etmem gerekirse, aileden şımarık ve bir miktar umarsız büyüdüğüm için, bu tür şeylerle alakam yoktu. Kampüs içerisindeki bir kafeteryada rastladım Damla’ya. Etrafında birkaç arkadaşı ile sohbet ediyorlardı. Beni gördüğünde bana önce adımla seslendi ve sonra “Gelebildin nihayet.” deyip ayrıldı onların yanından. Hızlıca yanıma gelip koluma girdi ve “Hemen gidelim buradan.” dedi. Hızlı adımlarla oradan uzaklaştık. Sonra uzak bir bankta oturduk ve bana olanları anlattı. Sürekli üst sınıflardan farklı farklı insanların gelip kendisiyle arkadaş olmak istediğini, bunun bir kafakola alma yöntemi olduğunu, sonrasında kendileri gibi ya sağcı ya da solcu olmasını beklediklerini söyledi. Üstelik babası buna çok karşı çıkıyormuş. O da babasının dediklerini uyguluyormuş. Beni sorduğunda da, insanların niyetlerini okuyabildiğimi, bu yüzden de böyle tiplerin kim olduğunu anladığımı ve onlar daha bana yanaşmadan kendimi onlardan kurtardığımı anlattım. Bunu nasıl becerebildiğimi sordu sonra ve sohbet böylece uzayıp gitti.
Pek fazla arkadaşımız olmadığından, sanki sadece birbirimize kalmışız gibi, üniversite ortamı denilen bu güruh çerisinde sevgilisiz olmak ezikliktir fikrine sarılmışçasına, çok geçmeden Damla ile sevgili olduk. Aslında sadece zorunluluk demek doğru değil, bir takım ortak ilgi alanlarımız da bu halimizi tetikledi diyebilirim. Damla edebiyat öğretmenliği okuyordu, ben inşaat mühendisliği. İkimizde kitap okuyup, film izlemeye bayılırdık. Damla, bunlardan başka hikayeler yazmayı çok severdi. Ara sıra yazdığı hikayeleri bana getirir ve okuturdu. Ne yalan söyleyeyim, biraz uçuk kaçık, biraz sıra dışı hikayelerdi bunlar. Sürekli bahsettiği Gülay isimli bir yakınından duyduğu ve “Kamboçya’nın İcadı” adını verdiği bir hikayesinde, ayıptır söylemesi, kadın kadına bir ilişkiden bahsediyordu. Zaten Gülay dediği akrabası da o cinstenmiş. Bu durum beni biraz tedirgin etse de, diğer taraftan böyle açık görüşlü olan kızların hoşuma gitmesi durumu, henüz sadece birkaç defa öpüştüğümüz Damla’ya karşı olan bir takım hislerimi daha da kuvvetlendirdi. Bahar dönemi başlamadan ben ve üç arkadaşım beraber eve çıktık. Damla sayesinde en büyük odayı bana verdiler. Artık beraber kalabilecektik. Lakin her beraber kalışımızda birbirimize sarılıp uyumaktan daha ileri gidemedik. Çünkü, Damla böyle olsun istiyordu.
Böylesi bir durumda, bir erkek olarak ilgim biraz dışarıya kaydı tabi. Damla bilmiyor ama birlikte olduğumuz dört yıl içerisinde iki farklı kadınla aldatım onu. Her bu durumu fark edecek gibi olduğunda da, beraber yaşadığım arkadaşlarımın ona karşı olan tavırlarını kendime zırh edinip, bir şekilde sıyrılmayı başardım. Hatta bu çekişme ve gerginlik durumu ilişkimizi daha da sağlam tutuyor gibiydi.
Doğru… Normal olarak siz şimdi okumuş etmiş adamsın, bu taraklarda nasıl bezin olur diye soruyorsunuzdur. Dilim döndüğünce anlatmaya çalışırsam eğer, bir takım çocukken öğrenilmiş davranışlar zaman geçtikçe değiştirilemez oluyorlar. Daha önce de dedim, ben ailem tarafından el bebek gül bebek yetiştirildim. Bunun evin tek erkek evladı olmamla da alakası var tabi. Hal böyle olunca ne kadar kültürlü ve birikimli olursan ol, hayatta işine geldiği gibi davranma dürtüsü hep sabit kalıyor… Bakın kendi öz eleştirimi bile yaptım sırf sizi merakta bırakmamak ve olaylarla aslında hiç alakam olmadığını betimleyebilmek için.
Okul bitti ve Damla mezun olur olmaz memleketi Trabzon’a gitmek için Ankara ile olan tüm bağlarını, ben hariç koparmaya başladı. Damla’nın onca yıllık birlikteliğimizin sonunda, artık okullarda bitiyor olduğuna göre, evlenmesek mi diye içinden geçirdiğini, gün geçtikçe daha çok imalı konuşmalarından, ansızın sessiz kalmalarından ve bozuk atmalarından gayet net bir biçimde anlıyordum. Ancak, benim okulum henüz bitmemişti ve bitse dahi evlenmek için çok erkendi. Yüz yüze son görüşmemizde Damla’ya, ilişkimizi uzaktan da olsa sırf onun için zorla yürütmeye çalışacağımı söyledim. Daha o dakikada ondan ayrılmak istediğimi zannedip sinirinden ağlamaya başladı. Ben de her zamanki gibi, aslında elimden geleni yapacağımı, lakin ya kendisi isterse bununla nasıl başa çıkacağımı bilemediğimi söyleyip, yine bir kenara çekildim. O da her zaman olduğu gibi suçu kendisinde aramaya meyilli bir halde memleketine döndü.
O günden sonra, sürekli cep telefonlarımız üzerinden görüştük. Çok kısa bir zamanda edebiyat öğretmeni olarak Mersin’e atandı. Ankara’daki halinden farklı olarak, Mersin’de çok daha sosyal bir hayat sürmeye başlamıştı. Böylesi bir durum ister istemez aramızda bir kriz çıkardı ve bundan yaklaşık bir yıl kadar önce kendisiyle ayrılma kararı aldık. Mevzubahis olayların geçtiği zaman da dahil, ayrıldığımız günden sonra bir daha kendisiyle hiç görüşmedik. Söyleyeceklerim bu kadar.”